Forum

Published on Ocak 6th, 2025

0

Birlik fetişizmiyle, “Komünistler arası birlik sorunu” doğru tarzda ele alınamaz!… | Halil Gündoğan


Bilindiği üzere MKP, uzunca bir süreden beridir, kısa periyotlarla, “Kaypakkaya Geleneğinden” addedilen kesimlere birlik çağrıları yapıyor. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bu çağrıyı muhatap alıp yanıt veren ise sadece TKP/ML oldu. Onlar da özetle ve mealen; önerilen tarzda bir birlik sorununun gündemlerinde olmadığını ifade etmekte. Muhataplarından bir diğer TKP-ML’nin ise bugüne kadar kamuoyuna yansıtılan bir yanıtı olmadı. Ama buna rağmen pratikte bazı etkinlikleri de birlikte organize ediyorlar. Fakat bundan hareketle, bu partinin birlik çağrısına pozitif bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek, elbette ki sübjektif bir yorum olur.

Örgütsel birlik, bilindiği üzere, ancak ki asgari değil; azami ortak paydalara sahip tarafların karşılıklı istemiyle mümkün olabilecek bir şeydir. Yani bir diğer ifadeyle tek taraflı istem ve ısrarlı dayatmalarla olabilecek bir şey değildir. Hele hele kamuoyu baskısı oluşturma amaçlı teşhir propagandalarıyla hiç olmaz. Kimseyi de bu zorlamalarla birlik masasına oturtamazsınız.

Genel olarak tüm birlikler ancak ki asgari ortak paydalar zemininde mümkün olabilir. Aynı ülke komünist parti ve örgütlerinin birliği için asgari ortak payda ise; devrimin asgari ve azami programıdır. Fakat bu yetmez; yanı sıra, devrim stratejisi, ana taktikleri ve temel örgütsel modelleridir.

Parti ve örgütler arasında böylesi bir asgari ortak payda yoksa; orada zaten hem o örgütlerin birlik zemini yoktur ve hem de var olan “birlik” ise dağılmaya mahkûmdur.

Bilinir ki tarihte birçok “birlik”te yaşanan bölünme ve ayrışma bu tür konulardan biri veya birkaçında ortaya çıkan farklı düşünceler üzerinden olmuştur. Örneğin Bolşevik-Menşevik ayrışması böyledir. Keza 2. Enternasyonal’deki bölünme, ya da Gonzalo ve Praçanda’nın klasik KP’ lerden veya TKP ve diğer reformistlerden ’71 Devrimci kopuşu ve keza Kaypakkaya’nın TİİKP’den ayrılması da böyledir. Ya da daha kısa bir süre önce TİP içinde, stratejik konularda yaşanan ayrışmanın, örgütsel bölünmeyle sonuçlanması gibi.

Niteliğine bakılmaksızın tüm bölünmelere karşı çıkılacak ve ne olursa olsun birlik bozulmasın/korunsun denilecekse; o halde yukarıda anılan tüm bu bölünmelerin de tutarlılık gereği, doğal olarak mahkûm edilmesi gerekir.

Ortada, inkârdan gelinemeyecek veya üzerinden atlanamayacak olgusal bir gerçek var: Birleşmesi istenen bu üç parti arasında (birlik çağrılarının yapıldığı dönemlerde) her şeyden önce yukarıda bahsedilen o asgari ortak payda söz konusu değil. Yani her biri farklı asgari program ve stratejiler öne sürmekte. Keza MKP dışında hiçbiri diğerini komünist dahi görmüyor/saymıyor. Nitekim MKP bunu şu ilginç ifadelerle dile getiriyor da:

“(…) Bu anlayışa göre, bizim kendimize Maoist, Kaypakkayacı, komünist dememizin hiçbir anlamı yoktur. Kaypakkayacı Maoistleriz dememize rağmen, yok siz Kaypakkayacı veya Maoist değilsiniz demektedirler! Bu neye benzer; ‘Merhaba, ben Ali, sizin adınız nedir’ diyorsunuz, karşınızdaki, ‘dur bakalım, senin adın Ali olamaz, sen Ali değilsin’ demeye benzer.” (Gazete Patika.31.07.2024)

Buradaki serzenişte kısmi bir haklılık payı var elbet. Ama bilinir ki kişi veya kurumların kendilerini tanımlayış ve nitelemeleri bir şeyken; başkalarının onlar hakkındaki tanım ve nitelemeleri de başka bir şeydir. Örneğin Türkiye ve K. Kürdistan’da kendisini komünist olarak tanımlayan örgütler herhalde ki sadece MKP, TKP/ML ve TKP-ML değil. Ama böyleyken sadece bu 3 parti “komünistlerin birliği” kapsamında muhatap kabul ediliyor. Peki neden? Madem ki kim kendisini nasıl tanımlıyorsa öyle kabul edilmeli deniyor; o halde neden sadece bu 3 parti komünist kabul ediliyor? Neden birlik çağrısı bunlarla sınırlanıyor? Madem “birlikten güç doğar” anlayışıyla birlik isteniyor; o halde mesela TKP, KKP, MLKP, TİKB, TİKP ve adında komünist olmasa da ama kendisini komünist olarak tanımlayan parti ve örgütler neden dışlanıyor? Siz onları komünist görmeme hak ve yetkisini nereden alıyorsunuz peki? Hem de birlik anlayışının daha çarpıcı şu ifadelerle ortaya konduğu durumda: 

“Birliğe dönük fikrimiz mi? Şöyle düşünüyoruz, kim ne derse desin, aynı kökenden gelen ve aynı kökenin devamcısı olma iddiasını sürdüren, aynı biçimde bunu mücadele pratiği ve tüm mücadele tarihi boyunca ortaya koyan, ilgili her parti ideolojik-siyasi-örgütsel bakımdan kendisini tanımladığı nitelik ve kökendendir. Bunlar arasında birlik büyük bir ihtiyaçtır. Bu birlik gerçekleştirildiğinde itici bir güç olup büyük bir enerji yaratacaktır. Dört kişi bir Kaypakkayacı partide, diğer dört kişi öteki Kaypakkayacı partidedir ve öbür dört kişi de diğer Kaypakkayacı partidedir ve daha irili-ufaklı Kaypakkayacı güçler de vardır! Hepsi Kaypakkayacıdır; kimse Kaypakkayacılığı tekeline alıp başkasını menedemez. Dolayısıyla, bu dörder-dörder dağılmış olan Partiler birleştiğinde en azından on iki kişilik bir parti teşekkül olmuş olur ki, dört kişilik partilere karşın, on iki kişilik oldukça büyük sayılır. Biz, on iki kişilik partiye ulaşmak için, yani daha güçlü bir Kaypakkayacı partinin olması için birlik istiyoruz. (…)” (aynı yer.)

Evet, madem; “aynı kökenden gelen ve aynı kökenin devamcısı olma iddiasını sürdüren, (…) ilgili her parti ideolojik-siyasi-örgütsel bakımdan kendisini tanımladığı nitelik ve kökendendir.” kriteri baz alınıyor; o halde yukarıda ifade edilen örgütlerin tamamı geniş anlamda kökenlerini Marksizm-Leninizm’e, dar anlamda da kökenlerini Mustafa Suphi TPK’sine dayandırıyor ve en az sizler kadar komünist oldukları iddiasına sahipler. Bu durumda siz hangi hak ve yetkiyle komünistliği, kendilerini “Kaypakkayacı” addedenlerin tekeline veriyorsunuz acaba?

Keza madem “güçlü olma” kriterini sayısal çoğunluk üzerine inşa ediyorsunuz; o halde dörder dörder de diğer örgütleri hesaba katacak olursanız ortaya on ikinin sekiz-on katı bir güç çıkacaktır. Neden bunu oluşturmak için uğraşmak varken sadece on iki kişiyle sınırlıyorsunuz kendinizi?

Görüleceği gibi MKP’nin ortaya koyduğu bu “birlik” anlayış ve mantığının, maalesef ki hiçbir iler tutar yönü bulunmuyor. Ve en başta da komünist partiler içinde süren/sürecek olan Leninist sınıf mücadelesi perspektifiyle çatışan bir yaklaşımdır. Bir başka ifadeyle bu, “sınıf uzlaşmacılığı” ve “barış içinde bir arada yaşama” esasına dayanan bir yaklaşımdır da. Hatırlanacağı gibi bu anlayış ve yaklaşım MKP 3. Kongresinde de mevcuttur: Proletarya diktatörlüğü yerine savunulan “ezilenlerin demokrasisi” (kavram tam olarak böyle miydi emin değilim, ama özdeş bir kavramdı.). Burada da sınıf uzlaşmacı ve sınıf mücadelesini öteleyen; barış içinde bir arada kardeş kardeş yaşama anlayışı söz konusudur!

İşte tamda bu nedenlerden ötürü, diyoruz ki birlik fetişizmi yapılarak komünistler arası birlik sorunu doğru tarzda ele alınamaz. Keza, niyetlerden bağımsız olarak, yapıla gelenin vardığı nokta ise: MKP birlik sorununu, ucuz bir siyasi propaganda malzemesine dönüştürmüştür.

Kaypakkaya ardılı çoklu yapılar arası birliğin yol ve yönteminin nasıl olması gerektiğine ilişkin düşüncelerimi, “Kaypakkaya Ardılı Hareketin Bölünme Ve Birlik Sorunu Üzerine” başlıklı bir makalede ifade etmiş olduğumdan; burada konunun bu kısmına tekrardan girme gereği duymuyorum. İlgi duyanlar, bloğumdan okuyabilir.

MKP belki birlik çağrısını, kısa bir süre önce 2. Kongrelerini gerçekleştirdiğini duyuran TKP-ML’ye yineleyebilir (Tabii dostlar alışverişte görsün hesapçılığıyla, basın üzerinden değil; örgütler arası resmiyete uygun olarak, ikili diyalog yoluyla). TKP-ML MK’nın basına yaptığı kısa kararlardan anlaşıldığı kadarıyla, her iki örgüt, en azından devrim programı ve stratejisi konusunda, şimdi birbirlerine daha bir yakınlar. Bu ise; birlik görüşmeleri için kriterlerin düne göre biraz daha uygun hâle gelmiş olduğunu gösterir.

Tabii aynı şekilde TKP-ML’nin de normalde böylesi bir girişimde bulunması gerekiyor. En azından resmi görüşmelerle birlik sorununu gündemlerine alıp tartışmaları ve bir sonuca vardırmaları gerekir. Hatta bu tartışmalara TKP/ML’yi, Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye) ve kendilerini asıl MKP addeden diğer MKP’yi de davet etmek gerekir. Kabul edenlerin resmi heyetleri arasında bu tartışmalar pekâlâ sürdürülebilir. Böylelikle kimileriyle örgütsel birliğin, kimileriyleyse, belki de “asgari müşterekler” zemininde daha özgün birlik formüllerine ulaşmak mümkün olabilir.

Fakat daha da önemlisi bu tartışmaları aynı zamanda örneğin bir MLKP, TİKB ve TKİP ile de sürdürmek gerekir. “Maoizm” formülasyonu dışında bu iki kanat arasında ciddi bir ideolojik farklılığın bulunduğu iddia edilse de ancak kimse de teorik olarak bunu temellendiremez. Dolayısıyla da “Maoizm” ile ileri sürülenlerin zaten başlı başına tartışma konusu olması gereken sol sübjektif “aykırılıklar” olduğu da göz önünde bulundurulması halinde, MLKP ve anılan diğer örgütler ile de “komünistlerin birliği” pekâlâ tartışılabilir, tartışılmalıdır da. En azından demokrasi mücadelesi asgari ve sosyalist devrim azami programları zemininde bu birlik, daha özgün bir “çatı örgütü” formülasyonu kapsamında tartışılabilir.

Keza bugün acilen ihtiyacı duyulan birlik sadece “komünistlerin birliği” ile de sınırlı değil. Aynı şekilde hem yerel ve hem de küresel ölçekte anti faşist ve anti emperyalist sol-sosyalist güçlerin de birliğine ihtiyaç var. Keza daha geniş çerçevede Türkiye ve K. Kürdistan’da mevcut iktidar bloğuna karşı laik, ilerici ve demokrat güçlerin bir demokrasi cephesi altında toplaşacak birliğine de ihtiyaç var. Keza yeni bir emperyalist paylaşım savaşının kendisini dayattığı bu koşullarda acilen küresel bir “anti emperyalist savaş karşıtı cephe” örgütlülüğüne de ihtiyaç var.

Yani özetle: Görülmesi gereken asıl şey, bugün acil ihtiyacı duyulan birlik, sadece bir-iki örgütün kendi aralarındaki birliği sorunundan ibaret değildir.


Forum: Halil Gündoğan – 06.01.2025


Halil Gündoğan kimdir?

Halil Gündoğan, 1958 yılında Dersim’de doğdu. 12 Eylül Darbesi’nden sonra 1981 yılında gözaltına alındı ve üç aylık işkenceli sorgulardan sonra tutuklandı. Sonra hapishaneden alınarak tekrar 37 gün daha işkenceli sorgulardan geçirildi. TKP(ML)-TİKKO davasından idam cezası istemiyle yargılandı. 1988 yılında 28 arkadaşıyla birlikte Metris Askeri Ceza ve Tutukevi’nden tünel kazarak firar etti. Kısa bir süre Avrupa’nın değişik ülkelerinde kaldıktan sonra Türkiye ve Kuzey Kürdistan’a döndü. Altı yıllık gerilla yaşamından sonra 1995 yılında Erzincan’da tekrar tutsak düştü. İki kez idam cezası istemiyle DGM tarafından yargılandı, Müebbet ağır hapis cezasına çarptırıldı.

Yazar Hapisteyken, -Rota (Yayınlanmayan kitaplarından) -Metris’ten Munzur’a (1.Baskı: 2005) -Kadın sorunu üzerine (1. Baskı: Haziran 2007) -MKP’nin “Tarihi Muhasebesi”nde Öznelcilik ve Dogmatizm. -Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyeti Kimin Cumhuriyeti? (1.Baskı: Ocak 2008) -Mao Zedung değerlendirmeleri üzerine-I (1.Baskı: 2009) -Mao Zedung değerlendirmeleri üzerine-II (1.Baskı: 2009) -Mao Zedung değerlendirmeleri üzerine-III -Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyeti Kimin Cumhuriyeti? (2.Baskı: Mart 2011) -Dersim Dağlarında (1.Baskı: 2016) -“Türkiye” ve Sosyalist Devrim Gerçekliği (Yayımlanma: Haziran, 2020) İsimli kitapları basıldı. Bitirilmiş ve basılmayı bekleyen kitapları da mevcut. Gündoğan, 30 yılı aşkın hapisliğin ardından Ekim 2018 tarihinde cezası biterek serbest bırakıldı.

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑