Kıbrıs

Published on Temmuz 14th, 2024

0

Kıbrıs işgalinin 50. yılı | “Ayşe’nin 50 yıllık tatili bitsin artık!”


Bolşevik Partizan “20 Temmuz1974’te başlayan işgalin 50. yılında Kıbrıs… Ayşe’nin 50 yıllık tatili bitsin artık!” başlığıyla yazılı bir açıklama yayımladı.

Avrupa Demokrat Haber Merkezi

Bolşevik Partizan tarafından yapılan açıklama şöyle:

20 TEMMUZ 1974’TE BAŞLAYAN İŞGALİN 50. YILINDA KIBRIS…

Ayşe’nin 50 yıllık tatili bitsin artık!

Kuzey Kıbrıs’ın işgalinin üzerinden 50 yıl geçti. 20 Temmuz 1974’te “barış güvercini” tüyler takınan Ecevit önderliğindeki CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde başlayan; yapılan görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine “Ayşe tatile çıksın!” parolası ile devam ettirilen Kıbrıs’ın kuzeyinin işgalinin üzerinden elli yıl geçti. T.C. devletinin bu işgali, Kuzey Kürdistan-Türkiye halklarına ve bütün dünyaya “barış harekâtı”

olarak gerekçelendirildi.

İşgalin üzerinden geçen elli yılda çok açık görüldü ki, “barış harekâtı”

adıyla kamufle edilmeye çalışılan işgal bırakalım ada halklarına barış getirmeyi, halklar arasında ayrışmayı derinleştirdi, halklar arasında çekilen çitleri kalıcılaştırdı. Bugün adada yaşayan halklar arasında barış değil, “garantör ülke” denilen Yunanistan, Türkiye ve İngiltere tarafından bölünmüş, parçalanmış, işgal edilmiş bir Kıbrıs var.

İşgalin geri planı

Kıbrıs, 1878’den 1960 yılına kadar İngiliz emperyalizminin kolonisi durumunda idi.

1930’lu yıllardan itibaren Kıbrıslı Rumlar tarafından Enosis (kelime karşılığı “birleşme” olan politika açısından “bir ülkenin sınırlarına dâhil olma, birleşme”) talebi, yani Birleşik Krallık idaresinde bulunan Kıbrıs adasının “Yunanistan’a bağlanması” talebi yükseltildi.

Buna karşılık l940’lı yıllarda Enosis’i engellemek için seferber olan Kıbrıslı Türkler, bir yandan Ada’yı elinde tutmak isteyen İngiliz yönetimi ile işbirliği yaparken, diğer yandan da Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgilenmesini sağlamak için çeşitli girişimlerde bulunuyorlardı.

Kıbrıslı Türkler arasında bu birleşmeyi engelleme hedefli ilk kitlesel örgütlenmelerini gerçekleştirerek 1943 yılında Kıbrıs Adası “Türk Azınlıklar Kurumu”nu (KATAK) kurdular.

Esasta ada Yunanistan ve Türkiye devletleri ile sömürgeci İngiltere arasında bir dalaş alanıydı.

1955’te Londra’da gerçekleştirilen Üçlü Konferansa (İngiltere, Yunanistan, Türkiye) katıldı. Hem Kıbrıslı Türklerin, hem de Türkiye’nin resmi görüşü, İngiltere Ada’dan çıkacaksa, Kıbrıs’ın Türkiye’ye verilmesi yönündeydi. Türk ırkçıları, Kıbrıs konusunu başta Rumlar olmak üzere, Türkiye’de yaşayan tüm gayri Müslim azınlıklara karsı pogrom atmosferi yaratmak için kullandılar.  6-7 Eylül 1955’de devletin düzenlediği bir provokasyon ertesinde İstanbul’da gayri Müslim azınlıklar örgütlü faşistler önderliğinde kışkırtılmış insanların katıldığı pogromların hedefi oldular. “Özel Harp Dairesi” burada üstüne düşeni yaptı.

16 Ağustos 1960’da Kıbrıs; Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin “Kuruluş, İttifak ve Garanti” adındaki üç anlaşmayı imzalaması ile bağımsızlığını kazandı. İngiliz emperyalizmi, Ağrotur ve Dikelya adlı adanın %3’üne tekabül gelen askerî üsleri “kraliyet toprağı” olarak İngiltere’nin parçası olarak elinde tuttu.

ABD emperyalizmi 1950’lerden itibaren Kıbrıslı Rumlar arasında “Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü” (EOKA) adlı faşist örgütlenmeyi başlatıp, Kıbrıslı Rumları Kıbrıslı Türklere karşı “Kıbrıs Rumlarındır”, “Yunanistan’a bağlanmalı” sloganlarıyla harekete geçirdi. İngiliz emperyalistleri de Kıbrıslı Türkler arasında “Türk Mukavemet Teşkilatı”

(TMT) denilen aynı faşist nitelikte bir örgütlenmeyi başlattılar. TMT, EOKA’dan farklı olarak adanın bölünmesini savunuyordu. Bu her iki faşist örgütlenme, Kıbrıs halklarını birbirine düşman ediyor, “ Kıbrıslı Rumlar ve Türkler bir arada yaşayamaz” anlayışını yayıyordu. EOKA/TMT adlı faşist örgütler, halk arasında kin tohumlarının ekilmesinde başarılı oldular. 1963’te Rumlarla Türkler arasında çatışmalar meydana geldi. Her iki milliyetten insanlar öldü. Aynı köylerde yaşayan insanlar göç etmek zorunda kaldı.

Faşist Sampson kliği 15 Temmuz 1974’te, aynı zamanda başpiskopos olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin seçilmiş başkanı, Makarios’u devirerek iktidarı ele geçirdi. Yunanistan destekli gerçekleşen bu darbe ile yönetimi ele geçiren darbecilerin bir amacı da Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktı.

Darbe sonrasında kurulan yeni hükûmetin başına geçen Nikos Sampson devlet başkanlığı yetkilerini kullanarak Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin ilan edildiğini açıkladı.

Kıbrıs’taki çıkarlarının tehlikeye düştüğünü gören T.C. devleti 16 Ağustos 1960 tarihli Garantörlük Anlaşması’ndaki ada üzerindeki üç garantör ülkeden biri olarak uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkını kullanma adına devreye girdi.

Garantörlüğün işgalci biçimi

1960 tarihli anlaşmaya göre ada üzerindeki üç garantör ülkeden biri olan T.C. devleti, 1974 yazında bu hakkı işgal olarak kullandı.

20 Temmuz 1974 sabahı saat 06.10’da Başbakan Bülent Ecevit şu açıklamayı

yapıyordu:

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a indirme ve çıkarma hareketi başlamış bulunuyor. Allah; milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin! Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük bir hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz.” (21 Temmuz 1974 tarihli gazeteler) Açıklamanın yapıldığı saatlerde Türk ordusu adaya çıkarma yapıyordu. Yer yer direnişlerle karşılaşsa da Türk ordusu adanın kuzeyinde hâkimiyeti ele geçirdi.

Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik Türk işgalinin başlaması dış dünyadan tepkilerle karşılandı. Dış baskıların artması neticesinde Türk Hükûmeti, Birleşmiş Milletler-Güvenlik Konseyi’nin (BM-GK) 353 sayılı kararını kabul ederek harekâtın üçüncü günü olan 22 Temmuz 1974 saat 17.00’den itibaren ateş kesmeye karar verdi.

BM-GK’nın 353 sayılı kararının 5. maddesine göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Kıbrıs’ta anayasal düzeninin yeniden kurulması amacıyla derhâl görüşmelere başlaması gerekmekteydi. Taraflar 25 Temmuz 1974’te Birinci Cenevre Konferansı’nda bir araya geldiler. Altı gün süren görüşmeler sonrasında 30 Temmuz’da Cenevre Antlaşması imzalandı.

Antlaşmaya göre taraflar (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türk ve Rum olmak üzere iki otonom idarenin mevcut olduğunu kabul ettiler ve bundan doğan sorunları gelecek görüşmelerde görüşmek için anlaştılar.

Protokolde garantör devletlerle Türk ve Rum toplumlarının temsilcilerinin katılacağı İkinci Cenevre Konferansı’nın 8 Ağustos 1974 günü toplanması öngörülmüştü. İkinci konferansa kadar Rum ve Yunan askerlerin Türk bölgelerinden çekilmeleri gerekiyordu. Ancak bu olmadı.

İkinci Cenevre Konferansı, 8 Ağustos 1974’te başladı. Türk tarafı Kıbrıs’ta coğrafi esasa dayalı federatif bir devlet biçiminin benimsenmesini önerdi; ancak bu öneriyi Rum tarafı kabul etmedi. Türk devleti nezdinde birinci harekât sonucunda sağladığı üstünlüğü kaybetmemek için Türk köylerinde katliamlar uygulandığı gerekçesiyle 14 Ağustos’ta ikinci harekâtı başlatma yönünde güçlü bir eğilim belirmişti.

Aynı günlerde Cenevre’de sürdürülen görüşmeler sırasında anlaşmanın mümkün olmadığı ortaya çıkmış, görüşmeleri yürüten Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş durumu Başbakan Bülent Ecevit’e “Ayşe tatile çıksın!”

parolası ile vermişti… “Ayşe”, Turan Güneş’in kızının ismiydi ve ama Dışişleri Bakanı ile Başbakan arasındaki iletişimde “Ayşe’nin tatile çıkması”nın anlamı; “Diplomasi ile sonuç almak mümkün değil, askerî harekâtın ikinci bölümü başlayabilir” demekti.

Nitekim Cenevre’de bulunan Dışişleri Bakanı’ndan haberi alan Türk hükümeti işgalin ikinci bölümü için harekete geçti. İkinci harekât sonucunda adanın yaklaşık %38’lik bölümü işgal edildi.

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”

Ecevit-Erbakan’ın hükümet olduğu dönemde –Enosisci faşist Samson darbesi fırsat bilinerek– 20 Temmuz 1974’te başlatılan 14 Ağustos 1974’te sürdürülen işgal harekâtı ile “Kıbrıs Cumhuriyeti” fiilen ikiye bölündü.

Faşist Türk ordusunun “barış harekâtı” adı altında işgal ettiği Kuzey Kıbrıs’tan 200 bine yakın Kıbrıslı Rum silah zoru ile Güney Kıbrıs’a göç etmek zorunda bırakıldı. Güney Kıbrıs’ta bulunan Kıbrıslı Türkler de “nüfus değiş-tokuşu” adı altında Türk ordusunun işgalindeki Kuzey Kıbrıs’a göç ettirildi. Böylece Kıbrıs’ta Kıbrıs nüfusunun esasını oluşturan Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk halkı, coğrafi olarak da birbirinden ayrıldı.

Sömürgeci Türk devleti işgali kalıcılaştırmak için her türlü adımı attı.

13 Şubat 1975’te “Kıbrıs Türk Federe Devleti” ilan edildi. 15 Kasım 1983’te ise, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin kuruluş bildirisi kukla “Kıbrıs Türk Federe devleti” parlamentosunda bütün üyelerin oybirliği ile kabul edilerek; yeni bir “Türk devleti”nin kurulduğu ilan edildi.

Sömürgeci Türk devleti, bir süre hegemonyacı emellerini; Kıbrıs’ı Türkiye’ye bağlama emellerini gözlerden gizlemek için; işgal ertesinde, Kıbrıs’ın işgal ettikleri kesimini Türkiye’ye bağladıklarını resmen ilan etmemeyi uygun gördüler. Sömürgeci devletin yarattığı fiili durum işgal ertesinde yeterli göründü. Çünkü bu fiili durumla Türk hâkim sınıfları açısından “Kıbrıs sorunun nihai çözümü” yönünde önemli mesafe alınmış oluyordu.

Açıktır ki faşist Türk hâkim sınıfları açısından Kıbrıs sorununun en iyi çözümü Kıbrıs’ın yeniden bütünü ile Türkiye işgali altına alınması, bütünü ile Türkiye’nin bir parçası hâline getirilmesidir. Türk şovenistleri için Kıbrıs “Anavatan”a bağlanılması için yanıp tutuşan bir “yavru vatan”dır.

Helen şovenistleri açısından da Kıbrıs Yunanistan’ın bir parçasıdır.

Ama uluslararası durum, bugünkü T.C.’nin –ya da Yunanistan’ın– gücü, vb.

faktörler göz önüne alındığında; Kıbrıs’ın bütününün Türkiye’ye ya da Yunanistan’a bağlanmasının, ilhak edilmesinin mümkün olmadığı, hâkim sınıfların en azgın şoven sözcüleri dışında herkesçe görülen bir durumdur.

Bu durumda Kıbrıs’ın kuzeyini işgal eden Türk devleti adanın bir bölümünün/kuzeyinin resmen de Türkiye’ye bağlanması için gereken ön adımları attı. 15 Kasım 1983’te “Kıbrıs Türk Federe Devleti”nin isminin değiştirilerek “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin kurulduğunun açıklanması, Kıbrıs’ın Kuzey’inin bütünü ile ve resmen de Türkiye’ye bağlanması yolunda atılan bir adımdı. İşgal bölgesi “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” oldu. Sömürgeci Türk devleti açısından “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” “devletinin” ilanı, Kıbrıs’ın eski biçimde iki toplumun bir arada yaşadığı birleşik bir devlet olarak yaşamasının artık olanaksızlığının, böyle bir durumun ileride ortaya çıkması durumunun da engellemeye kesinlikle kararlı olunduğunun bir ifadesiydi.

Annan planı

Bu arada Türk devletinin ve onun uzantısı olarak adanın kuzeyinde hareket eden “KKTC” devletinin attığı adımları boşa çıkarmaya çalışan bir “diplomatik” çaba da vardı. BM’nin atadığı temsilcilerin gözetimi altında Kuzey Kıbrıs’ın “sömürge valisi” rolünü oynayan yönetim/ler/i ile Güney Kıbrıs yönetimi arasında nafile görüşmeler de sürüyordu. Ancak bu görüşmelerden bir sonuç elde edilemeyeceği taraflar açısından açıktı.

Adada burjuva anlamda “çözüm” için en ciddi adım BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından atıldı.

11 Kasım 2002’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs sorununa ilişkin çözüm planının, Ada’nın coğrafi paylaşımını onaylayan ilk versiyonunu sundu. Plana göre; dışarıda tek bir devlet, Kıbrıs Birleşik Cumhuriyeti tarafından temsil edilecek, eşit haklara sahip iki “oluşturucu devlet”

öngörülüyordu. Cumhuriyet, beş yıllığına seçilen altı üyeden (dört Rum ve iki Türk) oluşan bir yönetim ortaklığı tarafından yönetilecekti.

Planın önerdiği anayasal sistem tüm Ada’nın Avrupa Birliği’ne katılım perspektifi içinde yer alıyordu. Her yurttaş “Kıbrıslı” olduğu kadar “Türk” veya “Rum”du. Plan, 1959’un garantör devletler ilkesinin değiştirilmesini tartışma konusu bile yapmıyordu. Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin onayının aranması da bunu gösteriyordu zaten. 6.000’er mevcutlu Türk ve Yunan birliklerinin konuşlanmasına izin veriliyor, planın sonraki bir versiyonuna göre, bu mevcutların giderek azaltılarak l960’takine yakın bir düzeye indirilmesi öngörülüyordu.

Annan planı hakkındaki pazarlıklar New York’ta, sonra da İsviçre’de sürdü. Planın ancak beşinci versiyonu nihai bir karara bağlandı ve 24 Nisan 2004 tarihinde iki toplumda birden referanduma sunulmasına karar verildi. BM’nin Kıbrıs temsilcisi Alvaro De Soto başka bir versiyon hazırlanmayacağını ve başarısızlık hâlinde, uluslararası kurumun Ada’daki arabuluculuk girişimlerine son vereceğini duyurdu.

24 Nisan referandumu için kuzey ve güneydeki egemen sınıflar hayır oyu verilmesi yönünde propaganda yaptılar. 24 Nisan’da Kıbrıslı Türklerin %65’i Annan planını onaylarken, Rumlar  %75’lik bir oranla planı reddetti. “Annan planı” olarak anılan bu plan da böylece çöp sepetine atılmış oldu.

Kıbrıs’ın güney bölgesinin Rum yönetimi altındaki kesimi, Güney Kıbrıs, Kıbrıs Cumhuriyeti adına ve adıyla, Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne üye oldu.

“Kıbrıs Barış Harekâtı” adıyla, Kıbrıs’a barış getirme “iddiasıyla”

yapılan harekât Türk devletinin bir işgalidir. Elli yıldır bu işgal sürmektedir. Kıbrıs adasının kuzeyi Türk devletinin askeri işgali altındadır. Bugün Türk devleti Kuzey Kıbrıs’ta “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri” adı altında yaklaşık bir kolordu seviyesinde; yaklaşık 66 bin “etkin”, 25 bin 400 yedek olmak üzere toplam 91 bin 400 asker bulundurduğu Türk askeri kaynaklarca belirtilmektedir. Batılı kaynaklara göre ise “Kuzeyde 27 bin Türk askeri, güneyde 13 bin Rum ve Kıbrıs askeri, ayrıca kendi üslerinde 3 bin 500 İngiliz askeri bulunuyor.”

Asker sayısı, askeri teçhizat varlığı konusundaki farklı sayılar adanın esasta Akdeniz’de bir askeri üs olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

İşgalin 50. yılında duruma ilişkin kimi noktalar

İşgalin üzerinden geçen 50 yıllık süreçte elbette birçok değişiklik oldu. Bu değişikliklerden öne çıkanlardan bazıları şöyledir:

– Türk, Yunan, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk hâkim sınıfları, 50 yıldır süren işgali, halkları birbirine iyice düşman etmek için kullandı, kullanıyor. T.C.’nin işgali altındaki bölgede ise Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımı giderek derinleşti, derinleşiyor.

– İşgalci T.C., 1974’den bu yana uyguladığı yerleştirme politikasıyla, Kuzey Kıbrıs’ın nüfus bileşimini önemli ölçüde değiştirdi. “Yavru vatan”

iddiası, Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’den gönderilerek yerleştirilen ve pek çoğu açık faşist örgütlenmelerin üyesi durumunda olan Türkiyeli göçmenlerle, Kıbrıslı Türk nüfus aleyhine gelişen nüfusla pekiştirildi.

Özellikle genç kuşak, yerli Türk kökenli Kıbrıslıların Kıbrıs’tan Avrupa ülkelerine ve ABD’ye artan göçü de bu gelişmeyi hızlandırdı.

– “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” devleti kurulmuş, kurumları oluşturulmuş, görünüşte “devlet” örgütlenmiştir ve ama bu görünüş bu devletin esas işlevi olan “Türk devletinin sömürge yönetimi” işlevinin görülmesini engelleyememektedir.

– Bu sömürge yönetim, göbekten bağlılık dolayısıyla, T.C. devletinin tüm pis işlerinin de daha çok yapıldığı bir alan hâline gelmiş, getirilmiştir. Uyuşturucu kaçakçılığından kumara, insan kaçakçılığından fuhşa… sahtecilikten rüşvete… hemen her türden yasadışı işlerin çevrildiği alanlardan birisi hâline getirilmiştir Kıbrıs’ın kuzeyi… Yine Anavatan’ın “yavrusu” Kuzey Kıbrıs, “anavatan”da yaşanan politik dalaşların birebir taşındığı/sürdürüldüğü; iktidardaki güç ya da güçlerin güçlerini test ettikleri, kendi politikalarını dayattıkları, uygulattıkları… alanlardan birisidir.

– Ama en önemlisi Kıbrıs son yıllarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz yatakları nedeniyle önem kazanan bir bölgedir. Bu durum AB, İngiliz ve ABD emperyalistlerini olduğu gibi işgalci Türk devletinin de dikkatinden kaçmamış, Kıbrıs merkezli politikaların gözden geçirilmesini beraberinde getirmiştir. Doğal gaz araştırmaları, kıta sahanlığı alanları, buna bağlı olarak komşu ülkelerle ittifaklar siyaseti… vb. vd.

noktalarında Kıbrıs, çıkar alanlarının şekillendirildiği bir “merkez”

olmuştur. Kıbrıs’ta konuşlanan güçler, “garantörlüklerinin” de verdiği imtiyazla daha saldırgan ve açgözlü bir dalaş siyaseti izleyeceklerinin işaretlerini vermişlerdir, önümüzdeki süreçte bu temelde dalaş/lar derinleşecektir. Bu dalaşta Kıbrıs halklarına biçilen rol, kendi burjuvalarının bayrağı altında toplanmak ve onların kurşun askerleri olmaktır.

– 1974 Kıbrıs işgalinde Kıbrıslı Rumlardan oluşan nüfusu tarafından terk edilen bölge, işgal sonrası askerî kontrolde kalarak, büyük bir kısmı yerleşim ve iskâna kapatılmıştı. Yeşil Hat’ın hemen kuzeyinde yer alan Maraş /Famagustasahil şeridi 8 Ekim 2020’de sömürgeci T.C. tarafından yeniden kullanıma açıldı.

İşgalin 50. yılında da açık olan şey, Kıbrıs’ta ulusal sorunun/Kıbrıs sorununun gerçek anlamda çözümü mümkün değildir, olmamıştır. Evet, ortada “çözülmüş” gibi görünen bir durum vardır:

Bugün faşist Türk devletinin işgali altındaki Kuzey Kıbrıs klasik sömürgeci siyaseti aratmayacak bir biçimde T.C.’nin bir vilayeti durumundadır. Bugünkü yapısı ile Kuzey Kıbrıs (Kuzey Kürdistan, Antakya/Arabistan, Batı Kürdistan’ın bir bölümü) faşist Türk devletinin klasik anlamda sömürgelerinden birisidir.

Türk devleti açısından bu durum –Kıbrıs’ı yeniden bütünü ile işgalinin ol(a)madığı, Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir parçası hâline getiril(e)mediği durumda– pek de şikâyet edilecek bir durum değildir.  Türk devleti açısından Kıbrıs’ta elde var olanın korunması anlamında bir çözüm ortaya çıkmıştır.

Avrupa Birliği içinde yer alan Güney Kıbrıslı yönetim açısından da bir “sorundan bahsedilemez.” Öyle ya, Avrupalı emperyalistlerin bir uzantısı olarak hareket etmek, birliğin sunduğu avanta(j)lardan yararlanmak Kıbrıs Cumhuriyeti devletini, bu devletin ardındaki Yunanistan’ı neden rahatsız etsin ki?! Nasıl ki, Türk şovenistleri açısından Kıbrıs “Anavatan”a bağlanmak isteği ile yanıp tutuşan bir “yavru vatan” ise Yunan şovenistleri açısından da, Kıbrıs Yunanistan’ın bir parçasıdır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet olarak AB gibi bir oluşum içinde yer alması Yunan devletinin –Kıbrıs’ın bütününün ele geçirilemediği, “Megali İdea”nın (“Büyük Fikir”) kurul(a)madığı, yani, Yunanistan’ın doğusuna yönelik olarak, Rumların yaşadıkları yerleri Yunanistan bayrağı altında birleştirme amacının gerçekleş(e)mediği koşullarda– en azından eldekinin korunması noktasında nispi bir stabilitenin yakalanmış olması anlamında Kıbrıs sorunu “çözülmüştür.”

Kıbrıs sorununun en başından beri içinde olan üç garantör ülkeden birisi olan İngiltere ile sonradan Kıbrıs’a “özel ilgisini” esirgemeyen”(!) ABD açısından da işlerin yolunda gittiği, Kıbrıs adası karşı emperyalist güçlerce kullanılmadığı, Kıbrıs çevresindeki zengin doğal kaynakları Kıbrıs’ı da bir üs ve araç olarak kullanarak talan ettiği sürece ve ölçüde “sorunsuzdur”… Yani verili hâliyle Kıbrıs sorunu burjuva anlamda “çözülmüştür”! Ama gerçek durum böyle midir? Var olan mevcut durumda, burjuva anlamda “çözülmüştür” dediğimiz sorun halklar açısından gerçekte çözülmüş müdür?

Bu soruya hayır yanıtını veriyoruz.

Gerçek çözüm devrimde, sosyalizmde

Halklar arasında düşmanlığı körükleyen, egemenlerin çıkarlarıyla uyuşmadığı bir noktada her zaman kaşımaya ve bölgesel çatışmalara yol açabilecek bir “barış” gerçek bir barış değil; gelecekteki yeni çıkar dalaşlarına hazırlığın sessizlik hâlidir.

Halkların barış içinde bir arada yaşamadığı, tam tersine birbirlerine düşürüldüğü bir ortamda gerçek barıştan söz edilemez.

Kıbrıs sorununun gerçek çözümü ancak devrimle gerçekleşebilir. Kıbrıs’ta proletarya önderliğinde, emperyalizme bağımlılık zincirinin bütün biçimlerini kırıp atacak bir devrim gereklidir. Bu devrim, Kıbrıs’ın bugünkü şartlarında kuzeyde faşist Türk işgalini kaldırıp atacak, diğer bölgelerde tüm yabancı güçleri kovacak, ülkenin tam demokratikleştirilmesini ve tam bağımsızlığını sağlayacak ve sosyalist devrim ve sosyalizm için yolu açacak anti-emperyalist, demokratik devrim olacaktır. Ancak böyle bir devrim içinde ve devrim yoluyladır ki, değişik ulusların ve milliyetlerin barış içinde yan yana yaşamalarının şartları yaratılabilir, ulusal sorun gerçekten çözüm yoluna girer, ulusal baskı ortadan kaldırılır, ulusların özgür birliğinin yolu açılabilir. Bunun dışındaki hiçbir çözüm, gerçek çözüm değildir.

Açıktır ki böyle bir çözüm, böyle bir çözüme önderlik edecek bilinçli bir proletarya ve onun etrafında birleşmiş savaşan emekçi yığınların eseri olabilir. Böyle bir çözümün gerçekleştirilmesi için bugün ilk hedef, böyle bir çözüme önderlik edebilecek marksist-leninist, Bolşevik bir partinin Kıbrıs’ta yaratılması, inşasıdır.

Kıbrıs’ın kuzeyini işgal eden faşist Türkiye Cumhuriyeti’ndeki komünistler açısından Kıbrıs bağlamında bugünkü temel görev, “Ayşe”nin

50 yıllık tatiline son vermek”, tüm işgalcileri Kıbrıs’tan kovmaktır…

Görev, Türk faşist hâkim sınıflarının Kuzey Kıbrıs’ın işgaline karşı bütün araçlarla mücadele ve Kıbrıs’ın kuzeyinden faşist Türk ordusunun geri çekilmesi için mücadele yanında, Kıbrıslı komünistleri, devrim mücadelelerinde proleter enternasyonalisti bir ruhla desteklemektir.

Türkiye’nin çeşitli milliyetlerinden proletaryası ve ezilen halkları, Kuzey Kıbrıs’ın işgali bağlamında, bu işgalin kaldırılması için mücadele etmedikçe, faşist hâkim sınıfların suç ortağı konumunda durduğunu bilmek zorundadır. Kıbrıs’ın kuzeyinin işgal altında tutulması, Türkiye proletaryasının kurtuluş mücadelesinin önünde büyük bir engel, Türkiye’nin ezilen uluslarının kurtuluş ve özgürlük mücadelelerinin önünde bir ayak bağıdır. Çünkü Engels’in söylediği gibi: “Bir başka halkı ezen bir halk özgür olamaz.”

Yaşasın çeşitli milliyetlerden Kıbrıs halkının devrimci mücadelesi!

9 Temmuz 2024

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑